Tarihler 4 Ekim’i gösterirken Beşiktaş’ın şu anki konumuna geleceğini o gün iyimser düşünen taraftarları dahi tahmin edemezdi sanırım.
Yaz transfer sezonunda Alanyaspor’dan alınan iki futbolcunun kalitelerinin Beşiktaş’a ne kadar uyduğu sorunsalları, akabinde Alanyaspor’a kiralık verilen altyapı oyuncuları ve transfer sezonu içerisinde neredeyse alınan bütün futbolcuların bir noktada soru işaretleriyle dolu olması Beşiktaş için belirsiz bir gelecek rotası çiziyordu. Sezon açılışında PAOK’a karşı oyunun hiçbir tarafında varlık gösterilememesi, ligin 4. haftasına gelindiğinde alınan tek galibiyet soru işaretlerini büyüten sebeplerdi.
Sezonun Beşiktaş adına kırılma noktası ise bence Başakşehir maçıydı. Bu maçla birlikte artık hücum anlamında ne yapmak istediğini yavaş yavaş oturtan Sergen Yalçın, savunmada ise arka tarafı elinden geldiğince atlet isimlerle kurarak hücumda önde kurduğu hattın dezavantajlarını minimize ediyordu.
Aslında bugün kadro çekirdeğini oluşturan Aboubakar, Rosier, Josef ve Ghezzal gibi oyuncuların nereden baktığınıza bağlı olarak soru işaretleri oluşturduğunu söylemek oldukça mümkündü. Aboubakar, Avrupa içinde transfer sihirbazı bir kulüp olan Porto’dan bedelsiz geldiğinde çoğu herkes bunun direkt olarak sakatlık yüzünden olduğunu ve Beşiktaş’ın bu kumarının çok ağır bedelleri olacağını düşünüyordu.
Josef, her ne kadar ülkede 3 sezon top oynamasına karşın o dönem Fenerbahçe’nin başında olan her hocanın edilgen bir oyun anlayışını benimsemesinden ötürü orta sahanın ikilisinde kendisi gibi kesici bir oyuncuyla oynamak zorunda kalmasından ötürü “üretkensizlik” eleştirilerinin kurbanı oldu. Ayrıca Suudi Arabistan Ligi’nden gelen çoğu oyuncu gibi kondisyon ve oradaki oyun kalitesi konusunda da soru işaretlerini barındırıyordu.
Rosier ilk geldiğinde Ligue 1’i detaylı takip eden küçük bir azınlık hariç kimsenin hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmadığı bir oyuncuydu. Ghezzal ise Lyon akademisi çıkışlı olmasına rağmen Lyon sonrası kariyerinde hiçbir zaman tam olarak bir yere tutunamamıştı.
Bu kadar bilinmezlikle dolu bir kadroda ise en sağlam temelleri atanlar hiç şüphesiz ki Sergen Yalçın ve yönetimdi. Ahmet Nur Çebi başkanlığındaki yönetim işe ilk olarak yeni transfer edilen oyuncuların maaş aralıklarında titiz davranmakla başladı ki kendisinin ikinci başkan olarak görev yaptığı Fikret Orman döneminin çöküşünün hızlandıran en önemli olgulardan biri maaş aralıklarından sapılmasıydı. Ek olarak oyuncuların maaş ödemelerinin de günü gününe yatıyor olması takımın yönetime olan inancını artıran diğer bir husustu.
Sergen Yalçın ise takıma dördüncü haftadan itibaren çeşitli taktiksel zenginlikler eklerken bir yandan forma adaletini ve rotasyonları bu kadar yoğun geçen bir sezonda neredeyse kusursuza yakın bir şekilde uygulamasının yanında genç oyuncuları ne zaman sahaya atıp atmayacağı konusundaki zamanlamasıyla onların özgüvenlerini yukarıya çıkardı. Tabii genç oyuncular üzerinde sezonun seyircisiz geçmesinin büyük artısını yadsımamak gerek, çünkü maalesef ülke olarak onlara tepkilerimiz hem olumlu hem de olumsuz anlamda uç noktalarda geziyor. Seyircinin olmadığı bir ortamda kendilerini en ufak hatalarında yuhalamaya hazır bir kitlenin olmayışı hem Ersin hem de Rıdvan’ın gelişimlerindeki diğer bir önemli nokta.
Bugün gelinen noktada Beşiktaş, sezon başlangıcında iddiasız girilen bir dönemde 20. hafta itibariyle ilk yarıyı ligin en çok gol atan takımı olarak 44 puanla lider bitirdi.
Gol krallığında ilk 3’te yer alan iki isim bu takımdan ve çift hanelerde. Sezon sonunu konuşmak için çok erken fakat Aboubakar’ın ve Rosier’in bir şekilde yedeklenebilmesi ve hücum denkleminin içerisine Ljajic ve Gökhan Töre’nin sokulabilmesi sezonun geri kalanı için kilit noktalardan birisi olacak.