Neredeyse 1 yıldır boğuştuğumuz pandemi taraftarları sahadan ayırmış vaziyette. Taraftarların eksikliği pandemi gölgesinde oynanan derbilerde en çok kendini hissettiriyor. Bazı derbiler taraftarların yarattığı atmosfer ile öne çıkarken bazıları ise oyun kalitesi / şehir derbileri ortak paydasında birleşiyor. Bunlardan en iyi 10 derbiyi derledik.
Lyon-Saint-Etienne
“Le Derby” olarak da bilinen Rhone-Alpes bölgesinde birbirinden sadece 30 mil uzaktaki iki takımı karşı karşıya getiren bu çekişme, ilk olarak 1951’de başladı. Bu derbi bir yerde her şehrin kendine has karakteristiğini temsil ediyor, mavi yakalı işçi sınıfını temsilen Saint-Etienne, Lyon’un beyaz yakalı yöneticilerine karşı. Saint-Etienne taraftarları evinde oynadığı maçlarda olağanüstü bir hava yaratıyorlar. 1957 ile 1981 arasına 10 şampiyonluk sığdıran yeşilliler, sonraki yıllarda ivmelerini kaybedince 2002’den beri üst üste 7 kez şampiyonluk kazanan Lyon dengeleri eşitledi.
Ajax-Feyenoord
1921’de başlayan rekabet Hollanda’nın farklı karakteristiklerini içinde barındırıyor. Ajax’ın konumlandığı Amsterdam klasik, sanatsal ve liberal yönlerden öne çıkıyor. Rotterdam ekibi olan Feyenoord ise şehrin İkinci Dünya Savaşı’nda büyük bir yıkıma uğramasının ardından yeniden inşa edilip kurulan endüstriyel tarafında kalıyor. Ajax’ın ihtişamı, De Kuip Stadyumu’nun daha iyi bir atmosfere sahip olduğu Feyenoord’un cesur popülizmiyle taban tabana zıtlık halinde. Bunda Hollanda’nın tartışmalı politikacılarından Pim Fortuyn’in göçmen karşıtı partisini Rotterdam’da kurmasının da etkisini söylemek yanlış olmaz. 1970’lerin başında Avrupa futbolunu domine eden Feyenoord ve Ajax sadece ulusal ölçekte değil büyük çaplı organizasyonlarda da karşı karşıya geldiler. 1970’te Feyenoord’un Avrupa Kupası’nı kazanmasının peşi sıra gelen 3 yılda Ajax bu kupayı müzesine götürmüştü. 1983’te Johan Cruyff’un önderliğinde hem ligi hem de kupayı kazanan Ajax, Cruyff’a yeni kontrat önermeyince Feyenoord’a transfer olmuştu.
Athletic Bilbao-Real Sociedad
İki Bask ekibinin çekişmesi olan bu derbinin arka planı merak uyandırıcı. Bilbao’nun işçi sınıfına mensup olanlar ile daha iyi bir ekonomik altyapıya sahip olan San Sebastian beldesi arasında sosyo-ekonomik yönden ayrılıklar vardı. Athletic Bilbao taraftarları, 1980’lerin sonlarında Sociedad tarafından terk edilen bir ilke olan sadece Bask bölgesinden oyuncu seçme ve yetiştirme politikalarından gurur duymaya devam ediyorlar. Ancak bu yerel tartışmalardan daha fazlası, bu rekabet bir ortak düşmana karşı, yani Madrid yönetimine karşı bir birleşik dayanışmanın futbol yönünden gösterisi. Diktatör Franco döneminde bölgesel kimlik fiilen suç sayılmıştı, Franco’nun ölümünden iki hafta sonra oynanan derbide iki kaptan Bask bayrağını tribündeki mutlu kalabalıklara gururla sallıyordu.
Marsilya-PSG
Merkezileşmiş bir ülke olan Fransa’nın büyükşehir seçkinlerine sahip Paris ile mağrur taşra proletaryasına sahip Marsilya arasında uzun zamandır bir çekişme var. Aradaki büyük fark ise Marsilya kurulduğu 1899’dan beri uzun süreler boyunca başarılı olurken PSG ancak 1970’te ortaya çıktı. Paris’te fakir doğmuş olmasına rağmen, ünlü Marsilya başkanı Bernard Tapie, sonradan görme zenginler olarak gördüğü PSG’yi her bir “Le Classique” öncesi medya yoluyla topa tutuyordu. PSG, tarihsel süreç içerisinde vatanseverliği, milliyetçilik ve ırkçılık için bir kılıf olarak kullanan aşırı sağcıları çekmeye başladı. Bir Akdeniz liman kenti olan Marsilya ise İspanyol, İtalyan ve Kuzey Afrika’dan buraya göçen bir etnik mozaiği temsil ediyordu ve bu iki zıt kutup bariz bir düşmanlık ekseninde birleşiyorlardı.
Celtic-Rangers
Bu rekabet mezhepçilik tarafından körüklense de aslında Old Firm’in dostane bir zemini olduğunu söylemek mümkün. Rangers, 1888’de Celtic kurulduğunda, doğu yakasının yoksul ve dezavantajlılarına dağıtılmak üzere maçlardan para toplamak amacıyla Glasgow’un güney tarafındaki yeni kalıcı evlerine taşınmışlardı. Ancak zamanla düşmanlık arttı. Şehrin büyük ölçüde İrlandalı ve dezavantajlı Katolik nüfusu ayrımcılık kurbanı olmaya başlamıştı. Aynı anda, Katolik okullarının yerel yetkililer tarafından finanse edilip yönetilmesine izin veren yeni yasalar Protestanlar arasında rahatsızlık yaratmıştı. Celtic, bu süreç içinde Katolik kökenlerine yaklaştıkça Rangers, Presbiteryenliğe daha fazla yerleşti.
Lazio-Roma
İki başkent ekibinin lig tarihi boyunca toplamda 5 kez şampiyon olabilmeyi başardığı rekabetin kökeni oldukça sert bir iklime dayanıyor. Kuzey İtalya ekiplerinin tarihsel süreç içinde ligi domine ettiği bir süreçte Benito Mussolini eliyle kurdurulan Roma ile hali hazırda var olan Lazio arasındaki derbiler ise siyasi temelli bir holiganizmin esiri altında. Roma, azınlıkları temsil ederken Lazio ise dönemin generallerinden olan Giorgio Vaccaro’nun birleştirdiği ırkçı kitlelerin merkezi durumunda. Öyle ki 1988-99 sezonunda Lazio taraftarlarının Roma tribünlerine doğru açtığı pankart bir nevi her şeyin özeti: “Auschwitz sizin vatanınız, fırınlar ise eviniz.”
Inter-Milan
Nispeten barışçıl bir atmosferde oynanan bu derbide taraftar kitleleri arasında dönem dönem tansiyon yükselse de bu gerilimler Lazio-Roma derbisiyle boy ölçüşecek vaziyette değil. Her iki takımın taraftarları coğrafya, sınıf, politika veya din yönünden uç kutuplarda yer almıyorlar. 1899’da Milan, kriket ve futbol kulübü olarak kurulsa da bazı üyelerin yabancı oyuncularla sözleşme imzalamak istemesine karşı çıkıldığından ayrılan üyeler Inter’in temellerini attılar. İki taraftar grubu genelde samimi rakipler olmasına karşın zaman zaman sorunlar alevlendi. Bir taraftarın 1983’te ölümünden sonra her iki takımın Ultras grupları şiddeti sonlandırmak adına bir anlaşma yapsa da 2005 yılında Şampiyonlar Ligi’nde karşılaşan iki takımdan Milan kalecisi Dida’ya havai fişek ile saldırılmasının ardından polis asi taraftarları yatıştırmak adına biber gazına başvurmuştu.
Fenerbahçe-Galatasaray
Her ne kadar “Kıtalararası Derbimiz” son yıllarda futbol anlamında istenilen zevki vermese de yine de dünya kamuoyu içerisindeki önemini korumaya devam ediyor. Avrupa’daki çoğu derbinin kökeninden farklı olarak bu derbide dini, etnik köken gibi farklılıklar yok. 1909’da başlayan iki ayrı yakanın derbisi “Kıtalararası Derbi” sıfatıyla bile listeye girmeyi hak ediyor.
Boca Juniors-River Plate
Futbol, sınıflar arasındaki çatışmaya çok iyi katkıda bulunur. Bunun en büyük örneği ise şüphesiz bu derbi. Aslında her iki kulüp de aynı mahalleden -La Boca’dan- çıkmalarına rağmen River Plate’in 1920’lerde satın alınması bu iki kulübün sosyo-ekonomik anlamda ayrılmalarına yol açıyor ve bu listede yer alan birçok derbi gibi kökeni sınıf farklılığı olan bir rekabet inşa ediyor. El Grafico’dan Martin Mazur’a kulak verelim; “100 yıl önce bu rekabetin temeli aristokrasi ile isçi sınıfı arasındaydı. Bugün ise sadece nefret var…” Sahadaki atmosfer neden 2000 polisin stadyumda olduğunu bize yansıtıyor; göz altılar, kırmızı kartlar (maç başına genellikle 2) ve kavgalar bu derbinin parçası. Bunlara rağmen ise Boca-River derbisini özellikle La Bombonera’da izleyebilmek hayatınızda yaşamanız gereken deneyimlerden biri.
Barcelona-Real Madrid
Bobby Robson’un şu sözü bu rekabetin kalbinde yer alan olguyu açıkça özetliyor; “Katalunya bir ülke ve Barcelona da onların ordusu.” Dünyaca ünlü Barcelona’nın oyuncuları belki de sahaya tanklarla çıkmıyor ama bu kulüp Katalan gururunun en belirgin manifestosu. Her türlü yerli ve bölgesel kimliği yasaklamaya çalışan Franco’dan nasibini Katalanlar da almıştı. Kendi dillerini ve kültürlerini yasaklamaya çalışan bir hükümete karşı olan protestonun futboldaki yansıması olan Barcelona, rejimin şifresi olan Real Madrid’e karşıydı. Hoşnutsuzluğun ortak noktası ise futbol. 88 lig kupasından 57’sini kazanan bu iki kulüpten Madrid 33 kupayla rekabette önde olan taraf.